ilk olarak biraz uğraştırarak da olsa bu isteğimi kabul eden ece ye teşekkür etmek istiyorum
Ece sana söz veriyorum birazdan okuyacağın rpnin izin vermeye değer bir rp olduğunu anlayacaksın
Hayat zordu ve her geçen gün zorlaşıyordu. Eskisi gibi değildim, olmak istiyordum olamıyordum. İnsanlarda bunun farkındaydı değişimimi çok çalışmama bağlıyorlardı ama yanılıyorlardı. Bende onlara inanmak istiyordum, hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmek. Ne kadar istesem de yapamıyordum, olmuyordu, başaramıyordum… Elimdeki kalemi yavaşça önümdeki kâğıtları imzalamak için ahenkle dans ettiriyordum. Zaten son zamanlarda o elin yaptığı şey oydu. Zanpaktoumu en son ne zaman elime aldığımı hatırlayamıyordum bile… Aslında hatırlıyordum en son “onlayken” kullanmıştım. Belki de bu yüzden unutmuş gibi davranıyordum, içindeki acı tekrar canlanmasın diye. Hatırlıyorum da
“onun” ilk ortadan kayboluşundan sonra bütün hayatım boyunca onu arayıp, bulacağıma dair söz vermiştim. Onca yıl almak için çalıştığım Fuku-taichou rütbesinden vazgeçip onu her yerde aramıştım. Bakmadığım yer kalmamıştı Soul Society’den Dünya’ya, Dünya’dan Hueco Mundo’ya kadar… ama yaptığım her şey nafile idi, ya ben onu bulma konusunda çok yeteneksizdim ya da
“o” beni gerçekten görmek istemiyordu.
“Onu” aramaya pes ettiğim güne lanet ediyorum. Söylediklerine göre beni o gün Rukongai’nin ücra köşelerinde baygın bulmuşlar ve sayıkladığım tek bir şey varmış,
“onun” ismi… Kendime geldikten sonra artık pes etmenin gerektiğini anlamıştım. Hayatımda ilk defa kaybetmiştim. Hayatım boyunca içinde olmak istediğim şeyi kaybetmiştim, artık geri dönüşü yoktu bunu fark etmiştim. Bunu atlatmam gerektiğini elbet bende biliyordum ama yapamıyordum, olmuyordu!
“Onsuz” yapamayacağımı içten içe biliyordum ama yapacak bir şey yoktu. Bende bunu bastırmak için elimden geleni yapmaya çalıştım. Artık kabullenmiştim ya da kendimi inandırmıştım
“o” artık yoktu, kendimi artık işime vermiştim ve şimdi buradaydım 1. Takım kaptanlığı masasında. Evet, artık So-Taichou olmuştum ama o gün geldiğinde bunu paylaşacak kimsem yoktu,
“o” yoktu yanımda. Şalımı da pes ettiğim günden beri takmıyordum, bana nedense
“onu” hatırlatıyordu, sanki kokusu üzerine sinmişti. Elimdeki kalemi yavaşça masaya bıraktım, ayağa kalktım ve dışarıyı izlemeye başladım. Ofisimden bütün Seireitei’yi görebiliyordum. Herkes bu manzara karşısında hayran kalıyordu, bense her dışarıya baktığımda usulca ağlıyordum. Çünkü bu manzara
“onunla” anılarımızı hep canlı tutuyordu. Gözüm ilk hep onla zaman geçirdiğimiz yerlere kayıyordu. Gene gözümden yavaşça bir damla yaşın aktığını hissettim, içimden onu silmek geldi yapamadım. Sanki bu üzerindeki bir lanetti, nereye baksam
“onu” görüp acı çekmek zorundaydım. Her seferinde aklımdan, Neden gittin? Bunu bana neden yaptın? demek zorundaydım. Bu gün bütün bunlar iki katına çıkmıştı her zamankisi gibi, çünkü bu gün onla tanıştığım gündü… ilk bu gün onun parlak yeşil saçlarını görmüştüm, ilk bu gün suratı kızarmışkenki tebessümünü görmüştüm, ilk bu gün onun kahkahasını duymuştum, ilk bu gün sevmiştim onu… Haorimi üzerimden çıkartıp sanki hiçbir değeri olmayan bir paçavraymış gibi odanın kenarına attım. Zanpaktoumu durduğu köşeden alıp belime taktım ve iş en zor kısma gelmişti. Adımlarımı atarken zorlanıyordum, ayaklarım geri yürümek için direniyordu sanki. Gardırobumun önüne gelmiştim sonunda, kapısı yavaşça açtım. İşte orda duruyordu en üst rafta gözden uzak bir yerde. Bir kenarı aşağı sarkmış alınmak için adeta yalvarıyordu. Elim ona doğru giderken istemsiz bir şekilde titriyordu. Sarkan ucunu tutup aşağı çektim ve onun kucağıma düşmesine izin verdim, yavaşça boy aynamın önüne geçtim ve onu boynuma sardım. Kokusu hiç kaybolmamıştı sanki onu her aldığımda kokusu artıyordu. Şalımın yumuşaklığını boynumda tekrar hissetmek güzeldi ama bir o kadar da üzüntü vericiydi. Ama başka çarem yoktu, bugün o gündü her sene yaptığımı bu günde yapmalıydım. Hala boy aynasından kendimi süzüyordum, gene eski Hitsuomi olmuştum. Gene 10. Takım Fuku-taichosu Hitsuomi Toumaki’ydim aynı o günlerdeki gibi. Ofisimin kapısını yavaşça açtım ve her sene onu beklemeye gittiğim yere doğru gitmeye başladım…
Sonunda varmıştım, aslında bilerek uzun yoldan gelmiştim. Buraya ne kadar gelmek istesem de bir yanım gelmek istemiyordu. Aynı küçük bir çocuk gibi korkuyordu ama artık bunun geri dönüşü yoktu. Yamacın kenarından yürümeye başladım, güneş batıyordu aynı benim
“onu” tekrar görebilme umutlarım gibi. Rüzgâr yumuşak bir şekilde şalımı dalgalandıracak güçlükte esiyordu. Arkama dönüp birlikte oturduğumuz ağacın altına bakmak istiyordum, yapamıyordum. Sadece güneşin batışını izleye biliyordum, çünkü biliyordum ki arkama döndüğümde aynı güneş gibi
“onu” görme hayallerim de batacaktı. Yüzümde gene bir ıslaklık hissettim, gene ağlıyordum her sene olduğu gibi. Gene her sene olduğu gibi acınası halime ağlıyordum, gene her sene olduğu gibi
“ona” ağlıyordum… Kimi kandırıyordum ki o gittiğinden beri aklımdan hiç çıkmamıştı, en ufak bir ses duyduğumda hala
“o” mu geldi diye etrafa bakıyordum, hala her gülüşmede
“onun” sesini aralarında arıyordum. Çünkü emin olduğum tek bir şey vardı ben onu hala seviyordum… Boğazım düğümlenmeye, ağzım titremeye başladı, aklıma gelen tek cümleyi söylemek istiyordum. Ama bu sefer gücüm yetecek mi ben bile bilmiyordum. Bunu en son onun o güzel gözlerine bakarak söylemiştim. Ağzım açılmıştı ama sesim çıkmıyordu, sanki biri ses tellerimi düğümlemişti. Kırık ve hüzünlü bir sesle diyebildiğim tek şey
“İyi geceler aşkım…” demek oldu. Artık göz yaşlarımı tutamıyordum ama umurumda değildi, çünkü ben o herkesin gördüğü So-Taichou değildim hiç olmamıştım ben hala aşık Hitsuomi’ydim. Cebimden küçük sake şişemi çıkartıp büyük bir yudum aldım. Bu şişeyi
“onunla” oturduğum ağacın altında bitirmeyi planlıyordum. Gözlerim yaşlıydı etrafı buğulu görüyordum ağaca yürümek için döndüğümde. İlk başta gördüklerimin hepsi aklımın bir oyunu olarak geldi. Elimin tersiyle gözlerimi sildim ama o görüntü hala ordaydı.
“O ” ordaydı ağacın altında kendi yerine oturmuştu, beni bekliyordu sanki. Birden midem bulanmaya başım dönmeye başladı. Bu anın gerçek olup olmadığı umurumda değildi.
“Ona” koşup sarılmak, öpmek istiyordum ama bir şey engelliyordu beni. Bunca yıl
“onu” aramıştım ama şu ana kadar
“onu” bulduğumda
“ona” ne diyeceğimi asla düşünmemiştim. Yavaşça yürümeye başladım, arada gözümü kapatıp, eğer bu gördüğüm bir hayal ise geçmesini bekliyordum ama gözümü açtığımda
“onu” gene orda görüyordum. Adımlarımı ne kadar yavaşlatmak istesem de her geçen saniye hızlanıyordu, sanki çimdeki So-Taichou Hitsuomi gitmiş, o eğlenceli konuşkan Fuku-Taichou Hitsuomi geri gelmişti. Artık ne yapacağımı biliyordum suratıma eskisi gibi devasa bir gülümseme konduramıyordum şu an çünkü hala gözyaşlarım aşağı doğru süzülmeye devam ediyordu ama içimden eskisi gibi konuşabileceğimi hissedebiliyordum. Yavaşça yanına oturdum, onu sanki hiç tanımamış gibi davranıyordum. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum sadece yapıyordum. Güneşin batışını izleyerek konuşmaya başladım onun yüzüne bu kadar yakından bakamayacağımı biliyordum, korkuyordum beni beğenmeyecek diye
“İçimden bir ses böyle bir zamanda en iyi dostunuzun bu küçük arkadaş olabileceğini söylüyor.” Dedim elimdeki sake şişesini sallayarak ve sonra yavaşça ellerinin arasına bıraktım. Hala ona bakamıyordum
“Çok güzel bir gün batışı değil mi? Bana hep eskiyi hatırlatıyor, güzel günlerimi, hala hayattan zevk aldığım günleri… Ama artık değiştim eskisi gibi değilim ve buna her geçen gün lanet ediyorum. Eski günlerime dönmek için nelerimi verirdim anlatamam. Neden böyle olduğum biliyor musunuz?” birden içimde o cesareti hissettim, kafamı yavaşça ve korkakça çevirebilmişim sonunda şimdi onu görüyordum. Yanağından süzülen yaşları, ağlamaktan kızarmış gözerlini görüyordum. Elindeki sake şişeni alıp bir kenara koydum ve ikini de tutabilecek şekilde ellerimle kavradım ve konuşmama devam ettiğim
“Çünkü çok sevdiğim birini kaybettim.” Dedim hüzün dolu bir sesle. Artık durduğunu sandığım yaşlar geri dönmüştü, boğazım gene düğümlenmişti ama konuşmalıydım devam etmeliydim
“Çünkü seni kaybettim… Shizu…” sağ elimi kaldırıp yavaşça gözlerindeki yaşları sildim ve elimi indirmeden önce suratını bana çevirdim. Sanki bir rüyada idim, sanki biri birazdan beni uyandıracaktı, bu gerçek olamayacak kadar güzeldi. Artık kontrolümü kaybetmiştim sadece duygularımla hareket ediyordum. Kafamı yavaşça onunkisine yaklaştırdım. Dudaklarım onunkisine değdiğinde bir sıcaklık hissettim, bu onun sıcaklığıydı, o gerçekti, o artık benimleydi.