Ofisinin arkasındaki sofanın üzerine yığılmış, bir eliyle yüzünü yelliyor, diğer eliyle de yeni atanan asistanı hakkında yazılan raporu okuyordu. Kendisine yardım edecek birinin gelmesi hoşuna gitmişti, bazen yazılacak raporların ve Gizli İstihbarat Birimi'ndeki işlerin arasında kaybolduğunda kendisine yardım edecek tek bir kişi bile bulamamak canını sıkıyordu. Kendisine ve fuku-taichousuna yardım olacak bu taze asistanla tanışmak için sabırsızlanıyordu, böylece onu takım hakkında bilgilendirebilir, işlerin nasıl yürüdüğünü anlatabilir ve... birkaç rapor yazma denemesinden sonra tüm işleri bir süreliğine fuku-taichousuna ve asistanına yıkıp yalnız kalabileceği bir yerlere kaçabilirdi. Ah, ben gerçekten, gerçekten kötü bir kaptanım... Düşündüğü şeyden ötürü biraz suçlululuk duysa da, elinden bir şey gelmiyordu. Uzun bir süredir kendini dinleyememiş, üzerindeki yorgunluğu atamamıştı. Onun gibi biri için bu hayli fazla olmalıydı ki, etrafındakilere sunduğu o sahte gülümseyiş de yavaş yavaş solmaya başlıyordu.
Yok oluyorsun. Ölüyorsun, Hikari.
Kafasındaki sesi duymazlıktan gelmeye çalışırken elini havaya savurdu, şu an kendi benliğiyle savaş vermenin sırası değildi. Gerçekleri gizlemek, üstüne bir örtü serip görmezlikten gelmek, onunla uğraşmaktan daha kolaydı. Bütün bu acizliğini haykırırcasına kınayan vicdanının sesi kulaklarını doldurmaya başlamıştı şimdi de. Hayır, şimdi olmazdı, sırası değildi. Bu yorgunluk ve şu anki ruh hali ile, daha fazlasını kaldırabileceğini zannetmiyordu.
Sonra, tamam mı? Sonra. Beni daha sonra yargıla.
Ancak içindeki ses susmuyordu. Ne kadar aşağılık ve aciz olduğu konusunda söylenip duruyor, adeta bağırıyordu; sanki bütün o aşağılayıcı sözler kanına karışıp vücudunun en ücra köşelerinde bulunan hücrelerine değin ulaşıyordu. Yeniden bir kahkaha yükseldi göğsünde, bu sefer içindeki sesi onaylayan vicdanının yaşlı elleri de boğazına dolanmıştı sanki. Bir an nefes alamadı, nefes borusu düğüm düğüm olmuştu, boğazındaki yumru kakmıyordu bir türlü. Can havliyle ayağa fırlayıp elinde raporu sofanın üzerine attı. Aniden kalktığı için olsa gerek, bir anlık baş dönmesiyle beraber sesler de yavaş yavaş kaybolmuştu. Rahatlık hissi vücuduna çarpan serin bir rüzgar gibi tenine nüfuz ederken derin bir nefes aldı. Bitmişti. Bir sonraki ziyarete kadar özgürdü. Özgürüm... Şimdilik.
Kendisiyle yaşadığı bu küçük münakaşadan sonra tekrar yatabilmesi imkansızdı, sessizlik ve yalnızlığın ruhunu bir daha aynı anda ele geçirmesine izin vermeyecekti. Hafif yalpalaya yalpalaya ofisten çıkıp etrafına bir göz gezdirdi. Kendi dertleriyle boğuşan, oradan oraya koşuşturan veya sadece o anın keyfini çıkarmayı yeğleyip bir köşede oturarak lak lak eden shinigamilere göz gezdirdi. Bütün hepsinin tek ortak noktası shinigami oluşlarıydı, bunun dışında hiçbiri bir diğerine benzemiyordu. Bu duruma gıpta ile baktı Hikari, hepsinin kendine göre bir hedefi vardı. Peki ya kendisinin hedefi neydi? Gotei 2'nin taichousuydu, kendisine yardım edecek yeni biri daha gelmişti ve... Daha az önce bir krizi atlattığı için yine uzun süre rahat edebileceğini umuyordu. Hayattan başka hiçbir gayesi yoktu, bomboş bir insan olmaktan da yine uzun bir süre gocunmayacak, daha doğrusu, gerçeklerin üzerini örtecekti. Ve yine çürük bir tahtaya basıp aşağı düşene dek, körebe oynamaya devam edecekti...
Fazla vakit kaybetmemek adına shunpo ile gotei 2'ye ayrılmış bölgeden uzaklaştı. Havaların güzel oluşu nedeniyle çoğu shinigami keyif yapıyordu, bu da her an bir taichou veya fuku-taichouya rastlayabileceğini gösteriyordu. Açıkçası şu an, kimse ile konuşabilecek durumda değildi, yahut kimsenin onu böyle görmesini istemiyordu, en iyisi Rukongai'ye kaçmaktı. Bu düşünce ile shunposunu kullanarak ilerlemeye devam etti. Doğu kapısına gitmiş, yüksek duvarların üzerinde yürüyordu. Kendi sessizliği onu alıp rukongai'nin hayat dolu, varoş kesimlerine yönlendirmiş, diğer ruhların sesini duyurmuştu. Hala duvarın üstünde kalmayı yeğleyen Hikari, en azından bir saattir yürüyor olmalıydı; aslında bu kadar uzak bir mesafeden hala bu kadar net başka sesler duyabiliyor olmasına şaşırmıştı, ayrıca giderek daha fazla hissettiği reiatsu yoğunluğu da burada başka birilerinin daha olduğuna işaret ediyordu. Bir süre daha yürüdüğünde reiatsuların iki farklı kişiden geldiğini ayırt edebilmişti, ayrıca bunlardan birini de gayet iyi tanıyor olmasına rağmen diğeri hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Reiatsuların kaynağı olan kişileri görebildiğinde yürümeyi kesti, tanıdığını düşündüğü reiatsu konusunda haklıydı. 'Hitsuki fuku-taichou....' İyi de, onun burada işi neydi ki? Ve diğer reiatsu... Bu bir, insan shinigami miydi? Kafası karışmıştı, fakat olayın içine de dalmak istemedi. Hitsuki fuku-taichou zampaktousunu yabancıya yönelttiğine göre bir şeyden şüphe etmiş olmalıydı. Bir başkasının savaşına karışmak, o kişinin onurunu zedelerdi. Eğer aralarında bir savaş başlarsa, araya giremezdi; belki birinin hayatını kurtarabilirdi, fakat onurunu öldürürdü. Bu yüzden yabancının yapacağı hamlenin ne olacağını bekledi, fakat düşündüğünün aksine, Hitsuki fuku-taichouya karşılık olarak kendi zampaktousunu çekmemişti. Biraz daha yaklaşmaya karar verip görünebileceği bir yere kadar ilerledi. Duvarların üzerine oturup bacak bacak üstüne attı ve başını ellerinin arasına aldı. 'Oi oi, misafirimize zampaktounu çekerek mi hoşgeldin diyorsun, Hitsuki fuku-taichou?' Aşağıda karşılıklı duran iki kişinin dikkatlerini üzerinde topladığında gülümsedi. 'Arkasından gelecek birilerinin olup olmadığını öğrenip, sonra onunla istediğini yapabilirdin.' Konuşurken yabancıyı işaret edip hafifçe sırıtmıştı. Hitsuki fuku-taichou ile birbirilerini tanırlardı, ufak bir şakadan alınmayacak biriydi. Gizli İstihbarat Birimi'nin başında olduğundan dolayı da beklenmedik misafirleri ölmelerinden önce tanımaya hakkı vardı. Üzerinde haorisi bulunmuyordu, bu yüzden kaptan olduğu yalnız reiatsusu ile anlaşılabilirdi. Oturduğu yerden yabancıyı ve fuku-taichouyu süzdü, bugün eğlenceli geçebilirdi.